|
Bu yıl gitmek isteyip de fırsat
bulamama bahanesine sığınarak görmediğim iki film vardı.Tesadüf (belki
de değil) ikisi de Türk yönetmenlerin filmiydi: “Uzak” ve “Temmuz’da”.
VCD hadisesinden hoşlanmadığım için bir özel gösterim bekliyordum ki
evde hasta hasta yatarken TV’de “Temmuz’da” yı
izleme fırsatı buldum. Filmin 2000 yapımı olduğunu öğrendikten sonra da
kendi kendime biz bu filmi izlemek için neden bu kadar bekledik diye
sormadan edemedim. Kısaca konuyu da verelim: Esas
oğlan Daniel, Hamburg’lu bir matematik öğretmeni. Esas kızımız Juli ise
bir sokak satıcısı. Daniel’e uzaktan uzağa sevdalanan Juli , ona
evsanevi olduğunu söylediği bir yüzük satar. Efsaneye göre üzerinde
güneş simgesi bulunan yüzüğü takan kişi yine üzerinde güneş olan birine aşık olacaktır. Belli ki o zamana kadar aşk
mefhumuyla tanışmamış olan Daniel hikayeden etkilenir. Aynı gece
Juli’nin onu davet ettiği sokak festivalinde elbisesinde güneş resmi
olan bir Türk’le (Melek) tanışır. Tesadüflere fazlaca inanan safdil
kahramanımız Daniel, Melek’in peşinden İstanbul’a gitmek için yollara
düşer. Yolda rastladığı Juli de ona katılır. Böylece Daniel Melek’e ,
Juli de Daniel’e sevdalı, bir sınırdan bir sınıra yolculuğumuz başlar.
Bundan sonrasını sırf yanındaki güzeller güzeli
Juli’yi görmemekte ısrar eden Daniel’e ekran başında küfürler savurmak
için bile izleyebilirdim. Okuduğuma göre filminden bahsederken de “İşte bir Alman bir Türk’e aşık oluyor. İstanbul’a geliyor. Güzel kızlar var. Falan filan” gibilerinden birşeyler demiş. Dedim ya samimi bir film diye. Adamın samimiyetinden kaynaklanıyor işte. Fatih Akın belli ki sinemadan bir izleyicinin aldığı keyfi alıyor. (Filminde bir şekilde gözüken yönetmenlerde ortak olduğunu düşündüğüm bir özellik. Kendisi de Romanya sınır polisi rolündeki performansıyla göz dolduruyor.) Bu keyfi filmi izlerken siz de paylaşıyorsunuz. Sonuçta yönetmen çok kişisel bir iş yapmasına rağmen ortaya evrensel bir ürün çıkıyor..Ben filmi izlerken bir Türk filmi ya da bir Alman filmi izliyormuş hissine kapılmadım. Sadece bir film izledim. Daha doğrusu bir Fatih Akın filmi izledim. Bundan sonra da bir filmi izlemeden önce onun Türk, Alman, Amerikan olması eskisi kadar umurumda olmayacak sanırım. Fatih Akın film boyunca bu kimlik meselesiyle de dalgasını geçmiş: Daniel’e yardım eden Türk’ün adının İsa olması, Hırçın Sırp Luna’nın minibüsündeki plakada bulunan YU kısaltmasının önüne “ex” in ilave edilmesi, İsa’nın arabasındaki nazar boncuğu, Romanya –Macaristan sınırındaki polisler, Daniel’in bir Türk kızına aşık olmasına rağmen “Bulgar polisi bize bunu yaptıysa Türkler ne yapmaz? Türkler daha kötüdür” mealindeki sözleri... Bunda biraz Almancı’ların
yaşadığı "ne Türk ne Alman" durumunun da etkisi var galiba. Sonuçta
kendinizi içinde bulunduğunuz toplumda ne size yakıştırılan azınlık
kimliğine ne de çoğunluğa yakın hissediyorsanız mecburen evrensel bir
bakış aramak durumundasınız. Dünya fikir hayatına
damgasını vurmuş bir çok önemli ismin Yahudi olması bundan
kaynaklanıyordur belki de. |